Gezi
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu Gezimiz
2012 NİSAN
Tarihsel açıdan ve kültürel olarak ne kadar zengin bir mirasa sahip olduğumuzu yerinde görebilmek adına Güneydoğu Anadolu Turu’na mutlaka bir gün gideceğim derken 2012 de bu fırsat çıktı.
Rezervasyonumu tamamladıktan sonra ki süreç geçmek bilmedi. Gezilere gitmeden önceki zaman dilimi hem çok güzel hem de çok sıkıntılı benim için. Güzel çünkü yeni yerler görmenin verdiği sabırsızlık ile rengarenk olacak şekilde valiz hazırlama süreci; sıkıntılı çünkü vakit bir türlü geçmek bilmiyor.
1.Gün –Gaziantep
Buluşma noktamızdan hareket ettiğimizde uzun ve uykusuz geçen bir gece yolculuğunun ardından Gaziantep’e vardık. İlk izlenimim- şehrin merkezinde de kalmış olsak- genel olarak çok düzenli bir şehir olduğu idi. Öncelikle 2011 yılında açılan ve Dünya’nın en büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan Zeugma Mozaik Müzesi’ni ziyaret ettik.
Mars heykeli bir elinde mızrak ve diğer elinde bahar dalı bulunması nedeniyle hem savaşı hem de barışı simgeliyor.
Eserler çok etkileyiciydi ancak beni en çok etkileyen ‘’Çingene Kızı’’ mozaiği oldu.
Bu mozaiğe ulaşmak için sadece kenarlarından ışıklandırılmış karanlık dar koridorlardan sağa sola dönüş yaparak gittik. Koridor uzun, daha gideceğimiz yol var galiba dediğimiz anda birden bire ‘ÇİNGENE KIZI’ ile göz göze geldik. Işıklandırılması çok güzeldi ve Çingene Kızı’na hangi köşeden bakarsak bakalım gözleri ile bizi takip eder gibiydi. Rehberimizin söylediğine göre bu mozaiğin böyle bir özelliği varmış.
Bu görsel şölenden sonra Sedef Atölyesi’ni ve Medusa Cam Eserleri Müzesi’ni ziyaret ettik . Ardından Gaziantep Kalesi’ni görüp şehrin çarşılarını arşınladık.
2.Gün Adıyaman
Yol güzergahımız üzerinde önce Karakuş Tümülüsü’nü ziyarete gidiyoruz. Adıyaman-Kahta girişinde bulunan, Kommagene Kralı II. Mithradates tarafından annesi İsas adına yaptırılan bu anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılıyor. Doğu, batı ve güney yönlerde dörder sütun varken günümüze doğuda iki, batıda ve güneyde birer sütun kalmış. Doğu sütun üstünde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üstünde tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası bulunuyor.
Turumuz sırasında beni en çok etkileyen Cendere Köprüsü’ne geldik. Romalılar zamanında yaptırılan, 2 bin yıllık bir geçmişe sahip olan Cendere çayı üzerindeki bu köprü dünyanın hâlen kullanılmakta olan en eski köprülerinden biri olarak anılıyor. Bu etkileyici köprünün dilden dile dolaşan bir de hikayesi bulunuyor. Roma İmparatoru Septimius Severus193-211), karısı ve oğulları adına yaptırılmış olup orijinalinde 4 sütun bulunduğu, Kahta tarafındaki ikisinin Septimius Severus ve eşine, diğer tarafındaki ikisinin ise oğullarına adandığı ancak oğullarından Geta’ya ait olan sütunun, onu öldüren ve kardeşine ait her şeyi yok etmek isteyen Caracalla adlı kardeş tarafından yıktırıldığı.
Arsemia Antik Kenti’ne geldiğimizde buranın Kommagene’lerin atası Arsemia tarafından kurulmuş Krallığın yazlık başkenti ve idare merkezi olduğunu öğreniyoruz. Ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı bulunuyor. Yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 m. derine inen bir tünel yer alıyor.
Geldik 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı yamaçlarında gün batımına… Gitmeden önce ne çok baktım gün batımı fotoğraflarına . Uzun ve geniş basamakları hızlıca tırmanıp manzarayı görmek adına hızlanıyorsunuz ister istemez. Hava bizden yana olmamakla birlikte bulutların arasından da olsa güneşin batışını sıcak şarap eşliğinde seyretmek gerçekten güzeldi.
3.GÜN- Elazığ-Malatya
Öncelikle kayısısı ile ünlü şehrimiz Malatya’ya vardık. Kayısı Borsası’nı ziyaret edip cebimizde ağırlık yapan paralar ile gerekli olan/olmayan her türlü harcamayı yaptık. Esnaf memnun biz mennun. Malatya Şehir gezisinin ardından Karakaya Barajı üzerindeki Kömürhan Köprüsü’nden geçerek Elazığ’a vardık.
Çırçır Şelalesi’nde verdiğimiz yemek molamızın ardından Hazar Gölü, Kürk Deltası, Zıkkım Deresi fotoğraf molaları ile akşamı ederek konaklama için Midyat’a vardık.
4.GÜN-Mardin
Türkiye’deki tek Ortaçağ medeniyetler kenti olarak kayıtlara geçen Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf.
Hasankeyf’i de içine alan Dicle Vadisi, UNESCO’nun 10 adet Dünya Mirası Listesi kriterlerinden, 9 tanesini kapsayan dünyadaki tek yer. Ancak, birçok tarihe ve kültüre beşiklik etmiş olan Hasankeyf’i ve Dicle Vadisi’ni, 2006’da inşaatı başlayan ve 2016 yılı içinde bitirilmesi planlanan Ilısu Barajı tehdit ediyor. Bu barajla bir tarihi miras sular altında kalacak.
Gözlerimize görsel şölen sunan Hasakeyf ‘den sonra aynı şöleni sunan Midyat’a geçiyoruz. Tarihi Midyat Evleri ve sokakları, insanların misafir gelmiş hoş gelmiş diyerek evlerine davet ettikleri, dar sokakları, sokak arası sohbetleri ayrı bir dünya sanki.
Telkari alışverişimizin ardından Mardin’e hareket ediyoruz. Merkezde bulunan Deyrulzeferan Manastırı , Kasımiye Medresesi,Çarşılar , Sokaklar , Mardin Kent Müzesi gezdiğimiz yerler arasında .
5.GÜN- Şanlıurfa
Öncelikle Konik Evleri ile ünlü Harran’a gittik. Harran kültürel giysilerini deneyip, acı kahve dedikleri mırrayı içerek konuk evlerinde vakit geçirdik.
Konik evlerin harcında gül yağı, saman, toprak ve yumurta akı kullanılan mimari yapısı ve malzemeleri sayesinde yazları serin, kışları ise sıcak tutma özelliğine sahip evler olduğunu, aşağıdan yukarıya doğru gittikçe daralan şekilde, yüksekliği içeriden 5 metreye varan ve 30-40 tuğla dizisiyle örülerek inşa edildiğini, evlerin içeriden ve dışarıdan balçıkla sıvanmasından dolayı ayakta kalabildiğini rehberimizden öğrendik.
Konik evlerde serinledikten sonra kaynaklarda ‘’Dünyanın İlk Üniversitesi Kalıntısı ‘’ olarak geçen tarihi kalıntıları ziyarete gittik. Üniversite kalıntıları fotoğrafçılar için görsel bir şölen sundu ki siz gittiğinizde de tadına varabilmek için buralarda mutlaka uzun vakit geçirmeye çalışın.
Daha sonra merkeze gelip biraz dolaştıktan sonra dinlenmeye çekildik ve akşam Hotel EL-RUHA da sadece bizim gezi grubumuz için düzenlenen sıra gecesine hazırlanmaya başladık.
Sıra gecesinin yapılacağı otele gidip yerimize yerleştiğimizde ilk olarak sigara ve mırra ikram edildi. Kahve, misafirlere özel kulpsuz fincanlarla sunuldu. Acı kahvenin yapılması gibi, içilmesinin de kendine has kuralları olduğunu öğrendik. Bu kurallardan birkaçı; Sıra gecesinde acı kahve, misafirler ilk geldiğinde ve kalkacakları sırada olmak üzere iki defa ikram ediliyor. Her ikramda fincana az miktarda acı kahve konur ve misafir kahveyi içerek fincanı geri uzatır. Mırrayı dağıtan, tekrar fincana az miktarda kahve koyarak misafire verir. Misafir ikinci kez uzatılan kahveyi de içerek teşekkür eder ve fincanı, kahveyi dağıtana geri verir. Burada iki püf noktası var. Kahveyi içen, kahve fincanını yere koymamalı ve mutlaka kahveyi verene iade etmeli. Kahveyi içenin fincanı yere veya masaya koyması kahveyi dağıtana büyük hakaret sayılır. Bunun cezası kahveyi veren bekar ise evlendirmesi veya fincanın altınla doldurulup bunun kahveyi dağıtana verilmesidir.
Kulaklarımızın pası silindikten ve çiğköftelerimizi yedikten sonra, ülkemin ne kadar güzel değerlere sahip olduğuna bir kez daha tanıklık edebildiğim için huzurlu bir şekilde otelimize geri döndüm.
6.GÜN – Şanlıurfa
Urfa gezimize Balıklı Göl, Ayn Zeliha Gölü ve Hz. İbrahim’in doğduğu mağarayı gezerek devam ediyoruz.
Urfa da bulunan Balıklı Göl’ün bir çok hikayesi var ama hepsinin sonunda Hz. İbrahim’in atıldığı ateş suya dönüşür ve odunlarda balık olur. O günden sonra gölün adı Halil-ür Rahman olur.Bugün göl hem Halil-ür Rahman, hem de Balıklı Balıklı Göl olarak anılıyor.
İbrahim için ağlayan Nemrut’un kızı Zeliha’nın gözyaşlarından ise Balıklı Göl’ün hemen yanında küçük bir göl daha oluşur ki bu gölün adı ise Zeliha’nın gözü anlamına gelen Ayn-Zeliha’dır.
Hz. İbrahim’in Nemrut tarafından bağlanarak ateşe atıldığı yer olarak bilinen tarihi Urfa Kalesi’ne geliyoruz. Kale üstünde bulunan iki taş sütunun Hz.İbrâhim’in ateşe atılmasında mancınık olarak kullanıldığı söylenir. Kalenin arkasındaki mahalleye Kırk Mağara ismi verilir ki her evin bir mağarası vardır.
Çarşıları gezip ardından Eşkıya filminden hatırlayacağımız Gümrük Han’da çay molası veriyoruz.
Çarşı pazarı gezerken kadınlı erkekli herkesin mor rengin tonlarını giydiklerini fark ettik. Rehberimiz aşiretin her yıl bir renk belirlediğini ve o aşiretten olanların o renkten mutlaka üzerinde bir şey bulundurduğunu söyledi .
Nihayet Göbekli Tepe gezisi. Arkeolojik çalışmaların halen devam ettiği, dünyada bilenen ilk tapınağı içinde barındıran Göbekli Tepe günümüzden 12.000 yıl önce inşa edilmiş.
Arkeologlar boyları 3 ile 6 metre arasında değişen T biçimindeki sütunların insan figürleri olduklarını düşünüyor. Sebebi ise T biçimindeki sütunlarda görülen kol ve el tasvirleri. Ayrıca bu sütunlar üzerine işlenmiş hayvan tasvirleri bulunuyor.
Göbekli Tepe 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmış.
7.GÜN –HALFETİ
Gezimizin son günü olduğu için güne hüzünle başladık. Bavullar toplandı, sohbetler eşliğinde kahvaltı yapıldı ve Batık Şehir Halfeti’ye doğru hareket ettik.
Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları altında kaldığından ilçe için yeni yerleşim alanı belirlenerek ilçe yeniden inşa edilmiş ve Eski Halfeti denen, bir kısmı sular altında kalmış bölge artık turistik bir yer olmuş. Biz bölgeyi tekne turu yaparak dolaştık ve çok keyif aldık. Gezi sonunda Fırat nehri üzerindeki yüzer restoranda Türkiye’de sadece Fırat ve Dicle nehirlerinde yaşayan tatlı su balığı olan Şabut balığını afiyetle yedik.
Sonrasında nesli tükenmekte olan Kelaynak kuşlarını görmeye gittik. Birecik de Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş. Türkiye de sadece Birecik de bulunan kelaynakların burayı yuva olarak seçmelerinin en önemli nedenlerinden birinin ilçedeki kayaların yumuşak olmasından dolayı kolay işlenmesi olmasını öğreniyoruz.
Dünyada sadece Birecik de ve Fas da bulunan kelaynakların tek eşli olup eşlerine çok sadık olduklarını, eşi ölen bazı Kelaynak kuşlarının yemeyi içmeyi bıraktığını ya da kendini kayalardan aşağı bırakarak intiharı seçtiklerini öğreniyoruz.
Gezimizin sonunda doğal olarak sadece Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde yetişen siyah güllerden almaya gittik. Anadolu topraklarının zenginliğine güzel bir örnek olan bu özel ve güzel çiçeğin tohumunu alıp yaşadığınız yere götürüp ektiğinizde siyah değil kırmızı/bordo olarak açıyor. Yalnızca Halfeti topraklarında siyah olan bu çiçek bir hayli de turist çekmeye başlamış.