Kitap
Canistan

Yazar Yusuf Atılgan ile Aylak Adam ve Anayurt Oteli kitapları ile tanıştığımda, yazarın diğer kitaplarını da mutlaka okumalıyım dedim. Araştırmaya başladığımda Canistan kitabı ile karşılaştım ki kitabın yazar tarafından Duruşma, Yargıç, Tanık olarak 3 bölüm olarak tasarlandığı ancak Sanık bölümünü tamamlayamadan vefat ettiği bilgisine ulaştım.

Romanın geçtiği coğrafya Manisa Hacırahmanlı Köyü, romanın geçtiği dönem Anadolu’nun işgal edildiği, Kurtuluş Savaşı mücadelesi sırasında direniş çetelerinin kurulduğu yıllar. Romanın kahramanı çiftlik sahibinin oğlu Ali ile dost olan yanaşma Selim. Büyüme sürecindeki bu iki çocuğun dostluklarının, zaman içinde nasıl kine, öfkeye, şiddete ve sonucunda hesaplaşmaya dönüşme romanı.
Babası ölünce Selim ve Selim’in annesi, Ali’nin babası tarafından çiftliğe getirilir ve çiftlikte yaşamaya başlarlar. Ali ve Selim birlikte kardeş gibi büyürler. Ancak bir gün bu iki çocuk cinselliklerini keşfetmeye başladıkları sırada yaşanan bir olay nedeniyle yollarını ayırır ve Selim çiftlikten kaçarak yaşamına farklı bir yön verir. Romanın kilit noktası da aslında burasıdır.
Kurtuluş Savaşı mücadelesi devam ederken Yunan ordusu Manisa’ya kadar gelmiş, bunlara karşı direniş çeteleri oluşturularak mücadeleye halk tarafından destek verilir. İlk günlerde zenginler para ve yiyecek yardımında bulunurken, daha sonra yardım etmekten kaçındıklarından çetenin başına geçen Selim evlere yaptığı baskınlarla, yağma ve talanla yardım toplamaya devam eder. Nihayetinde elindeki kaba gücü, çocukluğunda kendisine hakaret ettiğini düşündüğü en yakın arkadaşı Ali’ye karşı kullanır.
Romanın Duruşma isimli ilk bölümü Selim’in Ali’ye işkence etmesi ile başlar. Roman zaman açısından geriye dönük olarak, gel-git şeklinde devam eder.
Aylak Adam veya Anayurt Oteli kadar gönlümde taht kurmasa da akıcı, ilgi uyandırıcı, yarım kalmış bir roman gibi görmediğim ve kesinlikle okunmaya değer bir kitap.
İyi Okumalar
Eşi Serpil Atılgan’ın gözünden Yusuf Atılgan…
“(…) Yazması değil, yaşamasıydı ön planda olan. Günlük yaşamı yalın, ama son derece önemliydi. Sigara içtiği için sanırım, sevinçli uyanmazdı; ilk sigara, ilk kahveden sonra gelirdi sevinç. İlk işim ona boyuna posuna göre bir okuma koltuğu -berjer- almak olmuştu. Çok sevinmişti buna. Ben işe giderim. Bugün Nabokov okuyacaktır. ‘Ada’yı. Ne sevinç.
Sıkılırsa müzik dinleyecektir. Müziğe karşı aşırı duyarlıdır. İkimiz de öyleyiz. Bach’çıdır. Ama caz da sever, çok sever. Klasik Türk müziği ve kimsiz-kimsesiz bazı halk türkülerini. Billie Holiday’i sever.
Her günü, her şeyi programlı, saatlidir. Uykusu, yemeği, sinemaya gidişi, bir bardak rakısı bile… Beni bezdirir, isyan ettirir. Hele o futbol…
Mehmet Hamdi’nin dönüşüyle birden her şey altüst olur. Yusuf hoşlanır bundan, umursamaz. Oğlumuz bir tanedir. Üstüne titriyoruz.
Kadınlarla arası iyidir. Kadınları sever. Kadınlardan sanatçı çıkmıyor, kadınlar yazamıyor, beceremiyor dendikçe kızar. ‘Yazmasınlar zaten’ der, ‘Kadınlar yaşıyor. En iyisini yapıyorlar’…
Dostlukta, arkadaşlıkta hep aynı tutum, aynı alçakgönüllülük. Hoşgörü, sevecenlik, değerbilirlik. Hani bir lokma ekmeğin bin yıl hatırı vardır derler… Para, ün, yaygın okunma isteği, arkasını dönmüştü bütün bunlara. Dostluklar ve sevgi; yaşamının tadı tuzu buydu. ‘Bir telli kavak, bir zeytin, bir kuş – Sensiz’. Hüzünlü bir sevgi ustasıydı o, Yusuf Atılgan…”
(Hürriyet, 8 Ekim 1990)
http://www.milliyet.com.tr/tekinsizligin-yazari-yusuf-atilgan-pembenar-detay-kultursanat-1046252/






